Türkiye de ne olup bittiğini daha iyi anlamak için, iki kavram üzerinde durulması zorunludur. Bu ayrıntıyı anladığımız takdirde, Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma şaşırmayacağız diye düşünüyorum.
Bunlardan birincisi "cehalet"tir. Cahil en genel anlamıyla bilmeyen demektir. Bir konu, bir nesne ya da bir durum hakkında bilgi sahibi olmayanlar, bilmedikleri konunun cahili sayılmaktadırlar.
İkincisi ise "gaflet"tir. Sözlük anlamı aymaz, çevresindeki gerçekleri göremeyen, ya da sezemeyen, geleceğini, ilerisini düşünmeyen ve önemsemeyen, anlamların da kullanılmakla birlikte esas olarak “bilmediğini de bilmeyen” demektir.
Hatta bir adım daha ileriye götürürsek gafil, “kendini bilmeyen” demektir.
Bu iki kavram üzerinde, tanımlarının ötesine geçerek, biraz daha fazla durmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Cahil, bilmediğinin farkındadır. Bilmediğini kabul eder. Bu kabul onu öğrenmeye yatkın kılabilir, en azından alime yani bilene hürmet etmeyi sağlayabilir.
Oysa gafil asla bilmediğini kabul etmez, dolayısıyla asla öğrenmeye yatkın değildir ve alime saygısı olmaz.
Cahil, hayret etme, şaşabilme kabiliyetini henüz yitirmeyendir. Merak edebilir soru sorabilir, en azından eğitilebilme potansiyelini taşıyabilir.
Ancak gafil, asla hayret duygusunu yaşamaz, düşüncelerini sorgulamaz, hatalı olabileceğini kabul etmez, eğitime ihtiyaç duymaz.
Cahil, alim karşısında eziktir, bilenin otoritesini kabul eder ve genellikle bu otoriteye pek de sorgulamadan boyun eğer.
Gafilin ise kendisi otoritedir. Başka otoriteden, hele de alimin otoritesinden nefret eder. Alimleri küçümsemek, aşağılamak onlara keyif vermektedir.
Cahil realiteden kopuk değildir, gerçeği bilmese de sezgisel olarak gerçeğe yakındır. Yani gerçekle arasında köprü kurabilme kabiliyetini yitirmemiştir.
Gafil realiteden tamamen kopmuştur. Kendi hayal dünyasında safsata ile örülmüş yüksek duvarların ardında yaşar. Gerçeğe ulaşmak için gerekli tüm bağları reddeder.
Kısacası, cahili uyandırmak mümkün olabilir. Ancak, gafili uyandırmak asla.
Elbette her insanın her konuda bilgi sahibi olması ne mümkündür, ne de gereklidir.
Hepimiz bir şeylerin bilgisine sahipken bir şeylerin de cahili olmaya devam etmek zorundayız.
Her zaman bilmediklerimiz bildiklerimizden fazla olacaktır. Alimden kastımız her şeyi bilen, cahilden kastımız hiçbir şey bilmeyen demek değildir.
Bu kavramlar arasındaki farklar daha etraflıca tartışılabilir ama bu yazıdaki derdimi anlatabilmek için bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum.
Kamu görevlisinin kapısından, önünü ilikleyerek, şapkasını utangaç bir şekilde elinde büzüştürerek içeri giren ve bir hizmet değil de adeta lütuf bekleyen insandan, kapıyı tekmeleyerek giren ve kamu görevlisini onun tüm isteklerini yerine getirmekle görevli bir hizmetkar gibi gören insana geçiş ne anlama gelmektedir?
Bu cehaletten gaflete geçiş değil de nedir?
Bu geçiş nasıl olmuştur? Cehalet çok övülürse gaflete dönüşmektedir. Doktor dövmeyi özgürlük olarak gören zihniyet, gafletin de ötesindedir.
Elbette ister tek tek bireylerin olsun, ister bir bütün olarak toplumun olsun, davranış değişiklikleri, yaşadıkları ekonomik, sosyal, siyasal atmosferden bağımsız olarak düşünülemez.
Gelelim "Halk dalkavukluğu"na; yönetenlerin iktidarlarını tehlikede gördükleri her dönem başvurdukları, kitlelerin en geri yanlarını okşama, en ilkel güdülerini harekete geçirme, deyim yerindeyse aşağılık komplekslerini içi boş bir özgüvenle doldurma çabasıdır.
"Halk dalkavukluğu"nun temelinde cehaletin övülmesi adeta bir fazilete dönüştürülmesi vardır.
Elbette bunun tarihi yeni değildir.
Kitlelerin adam yerine konmaya başlanması, kısmi demokrasilerden günümüze, egemen gücün az veya çok kullandığı bir yöntem olmuştur.
Ancak zirveye ulaşması, faşist ve totaliter rejimlerde olmuştur. Son yıllarda ülkemizde de bu popülist yaklaşımın siyasetin temel propaganda biçimi haline geldiğini söylemek mümkündür.
Bizde halk dalkavukluğunun temel argümanı batı hayranlığı yerine, batı düşmanlığının konulması şeklinde olmuştur. Aslında “Almanya bizi kıskanıyor” argümanı her şeyi anlatmaktadır.
Hep başkalarına imrenerek, başkalarını kıskanarak yaşamış bir insanın artık kendisine imrenildiğini ve hatta kendisinin kıskanıldığını düşünmesinin yarattığı ruhsal tatmini bir düşünün.
Böyle bir tatminin yarattığı “gurur” şatolarında yaşayan insanların başlarını pencereden dışarıya uzatıp, sokağın çıplak gerçekliğini görmek isteyeceğini düşünebilir miyiz? Zaten düşünmeyelim.
Örneğin, ona Almanya’nın yıllık ihracatının, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 57 müslüman ülkenin toplam ihracatının iki katı olduğunu söyleseniz sizi duyar mı? Duymuyor.
200 yıldır aşağılık kompleksinin çölünde kavrulmuş bu insanlar, gölgesine sığındıkları devasa binaların, köprülerin bedelini merak eder mi sanıyorsunuz? Ne anlıyorlar, ne de merak ediyorlar.
"Halk dalkavukluğu"nun bir başka davranış biçimi ise cehaletin ödüllendirilmesidir. Cahil ferasetinden bahseden akademisyeni birçoğumuz hatırlayacaktır.
Örneğin, hiçbir ekonomi ya da iktisat eğitimi almamış bir kişinin bir kamu bankasının yönetim kuruluna atanması, sadece liyakat açısından tartışılırsa bence konu çok da doğru anlaşılmış olmaz.
İktidara yakın sayısız ekonomist vardır. İsteseler pekala yine kendi politikalarına hizmet eden, alanında uzman birini de atayabilirler.
Ancak kitlelere verilmek istenen mesaj farklıdır. Cehaletin ve sadakatin ödüllendirilmesi ve cesaretlendirilmesi hedeflenmektedir. Bunun başarıldığını üzülerek görmekteyiz.
Bu tür ödüllendirilmeler, yoksul ve eğitimsiz insanlara iktidarda kendilerinin olduğu, ülkeyi kendilerinin yönettiği hissini vererek gaflet uykusunu sürdürmeleri sağlanmaktadır.
Yıllarca sürdürülen diploma tartışmalarını bir hatırlayalım.
Bu tartışmaların toplumun eğitimsiz kesimlerine verdiği dolaylı mesajlar, onların kendilerini iktidara yakın hissetmelerini sağlarken, toplumun eğitimli kesimlerinde hayal kırıklığı, umutsuzluk giderek derinleşmiştir.
Her yıl iyi yetişmiş binlerce gencin ülkede gelecek görmeyerek yurt dışına gitmesi, ülkede adeta bir beyin göçü trajedisinin yaşaması iktidar sahiplerinin pek de umurunda görünmemektedir. Varsın giderlerse gitsinler denilmiştir.
Sonuç olarak, cehaletle mücadele edilip bilgiyi yaygınlaştırmak, yerine cehalet adeta kutsanarak gaflete dönüştürülmüştür.
Son 23 yılın özeti maalesef budur.
Artık, eskilerin “Arif “dediği, günümüz diline “kendini bilen” olarak çevirebileceğimiz insandan fersah fersah uzaklardayız.
Belki cehaletten eğitimle uyanmak mümkün olabilirdi. Ancak "Halk Dalkavukları" iktidarları uğruna, cehalet ve sadakatı överek, gaflete dönüştürmüşlerdir.
Artık çok geç, gafletten ancak trajediyle uyanmak mümkündür. Bre gafiller, hep birlikte "Trajediye hazır olalım." Eserinizle bol bol övünebilirsiniz.